BU KADAR TÜKETTİĞİMİZ YETMEDİ Mİ?

Yazın başında sizlerle bir aylık vegan beslenmeye geçiş sürecimi, bitki bazlı beslenme deneyimlerimi ve veganlıkla ilgili doğru bilgileri haftalık yazılarım aracılığı ile paylaşmaya çalışmıştım.

Son yazıyı yayınladıktan sonra vegan beslenme düzenimi ne yazık ki devam ettiremedim. Ama veganlık, iklim krizi ve yediklerinizin- giydiklerinizin etik şartlarda üretilip üretilmediği üzerine düşünmeye başladığınız andan itibaren sorgulamayı bir türlü bırakamıyorsunuz. Sorgulamayı yaparken önemli olan şey ise bütün önyargılarınızı, doğru bildiklerinizi bir kenara bırakarak yeniliğe açık bir şekilde düşünmeye başlamanız. Aksi takdirde önyargılarınız doğru bilgiye ulaşma yolunda önünüzdeki en büyük engel olacaktır.

Tadımlıktaki yazılarıma ara verdiğimden beri başarısız bir yazı girişimi haricinde pek bir şey yazmadım. Yeni yazı üretmediğim için düşünmeye daha çok vakit buldum. Bu zaman içerisinde en çok da haziran ayında iklim krizini araştırmaya başladıktan sonra kendi içimde büyüyen öfke topunu kontrol altına almaya çalışmak için vakit harcadım.

Nedir bu öfke topu, kime karşı, neye karşı?

Bu süreçte öğrendiklerimle beraber cahilliğin en büyük mutluluk olduğuna bir kez daha inandım. Dünyaya verdiğimiz zarar o kadar büyük bir hale geldi ki geri dönüşü olmayan bir yola girmek üzereyiz ve bu sürekli göz ardı edilmekte. Dünyayı bu hale sokan şartları öğrendikten sonra dönüp yaşantınıza, alışkanlıklarınıza baktığınız an vücudunuzda öfkenin ilk kıvılcımını hissedeceğinizi temin edebilirim. Meğer yıllardır doğru bildiğimiz yanlışlar, hayatımıza yerleştirdiğimiz o küçük tatlı alışkanlıklar dünyanın sonunu getiren adımları oluşturmaktaymış. Kendi hayatınızdaki yanlışları düzeltmeye çalışırken insanların bu yanlışları nasıl da doğru bir davranışmış gibi pazarladığını gördükçe de baştaki öfke kıvılcımı, öfke topuna dönmeye başlıyor.

Bu süreçte sadece içimdeki öfke büyümedi; alışkanlıklarımı değiştirme, doğaya verdiğim zararı azaltma çabalarımda yalnız olmadığımı da görmeye başladım ve motivasyonum arttı. Beni en çok motive eden şeylerden biri de bu yolda yalnız olmadığımı bilmek oldu.

Ailemde kimse vejetaryen veya vegan diyet uygulamıyor fakat işlerini severek takip ettiğim, düşüncelerine önem verdiğim insanların vejetaryen veya vegan diyet uyguladığını görmek 2021 yılında beslenme düzenimi değiştirebileceğime olan inancımı tazeledi. Ben de bu yazıyı yazarak hayatındaki tüketim düzenini değiştirmek, dünyanın kötü gidişatına bir nebze çözüm üretmek isteyenlere yalnız olmadıklarını hatırlatmak istedim.

Veganlığı deneyimlediğim bir aylık sürecin sonunda yediğim et miktarına ister istemez daha çok dikkat etmeye, ilk iş olarak da “Etsiz Pazartesi” akımını hayatıma daha da çok yerleştirmeye başladım. 2020’nin sonu yaklaştıkça satın aldıklarımı, kaydırdığım linkleri ve ihtiyaçlarımı sorgulamaya başladım. İnsanların tüketmeye bu kadar aç, sürekli yeni şeylere sahip olmayı isteyen bir topluluğa dönüşmüş olmasına anlam veremedim.

2021 yılına girerken ise bundan sonra aldıklarımla, yediğim hayvansal ürünlerle övünmeyi tam tersine çevirmeye karar verdim. Yeni yılla beraber satın almadıklarımla, hayatını beni doyurmak için kaybetmemiş hayvanlarla övünmeye karar verdim.

Bunun kolay bir geçiş süreci olmayacağını önceki deneyimlerimden bildiğim için bu sefer daha ufak adımlarla başladım.

Attığım ilk adım ise sevdiğim boş bir deftere basit bir ajanda oluşturmak ve her ay için küçük tablolar yapmak oldu. Çizdiğim tablolardaki her bir küçük kare o ayın bir günü temsil ediyor; her bir tablo ise alışkanlık haline getirmek istediğim davranışlarımın kontrolünü sağlamamı kolaylaştırıyor. (Bkz. Bullet Journel)

Ocak ayında iki tablonun takibini yaptım. Bir tablo satın aldığım kıyafetleri ve hediyeleri temsil ederken diğer tablo ise et tükettiğim günlerin takibini yapmamı kolaylaştırdı.

Yaptığım tablo takibine göre ocak ayının sadece 3 gününde kıyafet veya hediye satın almışım; 16 gününde et tüketmiş, 15 gününde ise hiç et tüketmemişim.

Ay sonunda et tükettiğim gün sayısının et tüketmediğim gün sayısı ile bu kadar yakın olmasını görmek beni cesaretlendirdi ve doğru yolda ilerlediğime olan inancım arttı. Tabloların içindeki kutucukları ne kadar az boyarsam ay sonunda o kadar çok motive olacağımı da ilk aydan kendime kanıtlamış oldum.

Et yemeyi bırakmak bu sürecin adımlarından sadece bir tanesi. Son yıllarda hayatımıza giren, bize ulaşana kadar yüksek karbon salınımına neden olan ve yaşadığımız topraklarda yetişmeyen gıdaları tüketmemeye de özen göstermeye başladım. Örnek vermem gerekirse en popüler birkaçını söylemek istiyorum. Kinoa, Hindistan cevizi yağı, kaju,…

Ülkemiz sebze- meyve üretimindeki çeşitlilik açısından çok kıymetli topraklara sahip. Pazarlara gidip bunu kendiniz de gözlemleyebilirsiniz. Ben pazara giderek alış- veriş yapmaya bayılıyorum. Oralar üretici ile aramıza başka araçların girmediği nadir yerlerden biri. Maydanozları, dereotlarını, rokaları ve daha ismini sayamayacağım bütün yeşillikleri toplandıktan sadece birkaç saat sonra satın alabiliyor olmamızın kıymetini bilmeliyiz. Pazarlardan alış- veriş yapmanın en güzel yanlarından bir diğeri ise bu sayede yerel üreticiyi destekliyor olmak.

Peki, yediklerimizin kontrolünü sağladık; satın aldıklarımızın kontrolünü nasıl sağlayacağız?

Beni satın aldığım kıyafetlerin kontrolünü yapmaya iten ilk güçlerden biri sosyal medyada gördüğüm “Aynı kıyafeti giymeyi normalleştirelim.” Başlıklı paylaşım oldu. Eminim çoğunuz sosyal medyada paylaşılan 10 saniyelik bir videoda 10 farklı kıyafet deneyen hesap sahiplerinden haberdarsınızdır. Benim görmüş olduğum paylaşım ise bunun tam tersini savunmaktaydı. Videoyu çeken kişi 10 saniye boyunca tek bir kıyafeti göstermekteydi.  

Sahi biz ne zaman kaydırılan linkler ile on dakika içinde yerimizden bile kalkmamıza gerek olmadan hiç ihtiyacımız olmayan kıyafetler satın almayı ve her gün farklı kıyafet giymeyi normalleştirmiştik?

Belki de tüketim çılgınlığının bize yansıyan ilk yüzü sadece cüzdanımızdan ayrılan paralardı.

Peki ya görünmeyen yüzünde neler vardı?

Su kaynaklarımızın gıda üretimi yanında kıyafetlerin üretiminde kullanılan pamuklar için de harcandığını göz ardı etmemeliyiz. Yapılmakta olan gereğinden fazla üretim, gittikçe azalan kaynaklarımızın hızla yok olma yolunda ilerlemesine sebep olmakta. Küresel ısınmanın getirdiği kuraklığa, sürdürülebilir bir moda endüstrisi oluşturana kadar kalıcı bir çözüm bulmak çok zor.

Boşa kullanılan kaynakların yanında tekstil atıklarının geri dönüşümü de zayıf olduğumuz ve zorlandığımız noktalardan biri olmaya devam ediyor.

2025’e kadar moda tüketiminin her yıl yüzde 4 artacağı düşünülüyor ama her yıl giysilerin sadece yüzde 20’si geri dönüştürülebiliyor.

Petrol endüstrisinin ardından dünyayı en çok kirleten sektör olarak moda endüstrisi gelmekte.

İşte tam bu sebepler yüzünden 2020’nin son aylarında satın aldığım kıyafetlerin markalarının sürdürülebilir bir moda endüstrisi için arka planda neler yaptıklarına daha çok önem vermeye başladım. Artık giydiklerimin üretildiği ham maddelere ve üretilme süreçlerine elimden geldiğince daha çok dikkat ediyorum.

En çok önem verdiklerim ise satın aldığım ürünlerin pamuktan hatta mümkünse organik pamuktan, dayanıklı ham maddelerden, üretilmiş olması ve zamansız, her zaman tercih edebileceğim tasarımlara sahip olmaları.

Satın aldığımız ürünler ile desteklemeye devam ettiğimiz markaların işçi haklarına ve iklim krizine karşı duruşunu da göz ardı etmemek gerekiyor. “Hızlı modanın” getirdiği hızlı tüketim işçilerin hak ettikleri ücretlerin kat kat altında kalan paralar karşılığında “çalışmasını”, sömürülmesini de beraberinde getirmekte.

Tüketim çılgınlığını durdurmak için atılacak en büyük kişisel adımın ise artık daha fazla link kaydırmamak ve kimyasal atık oluşumuna sebep olan dayanıksız ham maddelerden üretilmiş kıyafetleri tercih etmemek olduğunu düşünüyorum.

Ben yeni yılın ilk gününden beri linkleri kaydırmıyorum. Sizleri de bizleri ihtiyacımız olmayan kıyafetleri satın almaya yönlendiren bu linkleri kaydırmamaya ve aynı kıyafetleri giymeyi normalleştirmeye davet ediyorum.

Belki bu küçük hareketimizle soruna kökten bir çözüm getiremesek bile vicdanlarımızdaki yükü hafifletebilir, gezegenimizin sağlığı için bir adım daha atabiliriz.

Yeni yazılarda görüşmek üzere, herkese sağlıklı günler dilerim!

Ceren Başaloğlu

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: İçerikler Korumalıdır